Julius R. Van Millingen tarafından 1880’lü yılların ortasında yazılmış olan “Osmanlı’dan İnsan Manzaraları”* adlı kitapta, o dönem Osmanlı tebaası olarak yaşayan halkların genel karakter yapıları, dinri inançları, kıyafetleri, yemek kültürleri ve icra ettikleri mesleklere dair gözlemlere yer veriliyor.
Zaman zaman sizlerle anekdotlar paylaşacağımız “Osmanlı’dan İnsan Manzaraları”ndan ilk paylaşımımız, simit üzerine… Her ne kadar sayıları azalmış olsa da “simitçi” dendiğinde halen birçoğumuzun aklına başının üzerinde taşıdığı tepside simitlerini taşıyan ve kendine has ses ve söyleyişiyle “Sıcak simit” diyerek dolaşan simitçiler geliyor.
Peki, bu şekilde simit satışının ne zamandan beni sürdüğünü düşündünüz mü hiç? Acaba eskiden sepetlerde ya da çeşitli askılarda mı satılıyordu, yoksa simitlerini hep kafalarının üzerindeki tepsilerde mi sattı simitçiler?
Sizi daha fazla merakta bırakmadan sözü, 1848 yılında İstanbul’da doğan, 1940 yılında hayatını kaybeden ve bu süre zarfında İstanbul’da bankerlik yaparak hayatını geçiren Julius R. Van Millingen’e bırakalım:
“Arnavutluk yoksul bir ülke olduğu için Müslüman nüfusunun büyük bir kısmı daha çok onlara hitap ettiği Osmanlı ordusuna subay veya asker olarak katılırlar. Geri kalan kısmı İstanbul’a ya da büyük kentlere bu savaş işlerinden farklı farklı işleri yapmaya; yani bizdeki keke benzeyen ve ‘simit’ adı verilen yiyeceği ve ‘helva’ adı verilen ve Arnavutlara has şekerlemeyi üretip satmak için giderler. Bu ürünler halkaya benzer küçük bir minder ile ustaca kafalarında tuttukları geniş, çember tepsilerde son derece iştah açıcı şekilde hazırlanır…”
Diğer yandan “Susamlı Halkanın Tılsımı“ adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Artun Ünsal’a göre Osmanlı döneminde sarayda un depolarına “simithane”, padişah fırınına ise “simit fırını” denilirdi. Aynı kaynağa göre padişahlar ramazanlarda iftardan sonra yollarda kendilerini bekleyen askerlere simit hediye edegelmiştir. Ünsal’ın aktardığı bilgiye göre, has undan yapılmış yuvarlak bir çeşit ekmek türü anlamına gelen simide, o dönemlerde kullanılan “halka simit” ya da “simid-i halka” ifadesiyle ilk kez 1593 tarihli Üsküdar Şeriye Sicili’nde rastlanıyor.
Zira bizim “simit” ya da “özellikle İzmir ve çevresinde “gevrek” olarak bildiğimiz bu lezzete Yunanistan’da “kuluri”, Bulgaristan’da “gevrek”, Sırbistan’da “çevrek” ve Romanya’da da “covrigi” deniyor.
Julius R. Van Millingen’in 1880’lü yılların ortasında yazdığı “Osmanlı’dan İnsan Manzaraları” adlı kitapta geçen ve sizlere aktardığımız simit anlatısının özelliği ise, bire bir gözlemlenmiş ve birinci ağızdan aktarılmış olması.
- Taze simiiiit… Sıcak sıcak… Fırından yeni çıktı. Simiiitçiii…
İşte böyle sevgili dostlar…
Mutfağımızın, yemek kültürümüzün bir tarihi var ve her daim feyz aldığımız bu tarih, lezzetleri kadar ilginç bilgileri de ihtiva ediyor.
Bir sonraki blog yazımızda buluşmak üzere, sıhhat ve afiyetle kalın.
* Julius R. Van Millingen / Osmanlı’dan İnsan Manzaraları / Doruk Yayınları / Çeviren: Osman Yıldız / 2018