En güzel insan hasletleri arasında yer alan yardımlaşma ve dayanışma, toplum olarak bizim de kültürel kodlarımızın ilk sıralarında yer alıyor. Aile içinde, büyük ailede, komşular arasında irili ufaklı yardımlaşmalar hayatımızın olağan bir parçası. Her türlü felakette, gönüllü olarak ve büyük bir hızla organize olup, sıkıntı yaşayan insanlara ulaşabilmemizin kökeninde de bu var zaten.
Bugün eskilere gidip, yardımlaşma ve dayanışmanın tarihimizdeki en güzel ve naif örneklerinden birinden, “sadaka taşları”ndan bahsedeceğiz.
Önce Türk Dili Kurumu sözlüğünü açıp, sadakanın kelime anlamını hatırlayalım hep birlikte.
TDK sözlüğünde sadaka “Karşılık beklemeden ihtiyaç sahiplerine, fakirlere verilen para, mal vb.” olarak tanımlanıyor.
Diğer yandan Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi adlı eserde, “İstanbul’da Sadaka Taşları” başlıklı makalenin yazarı Şinasi Acar; sadakayı tanımlarken zekat ve fitre ile arasındaki farka dikkat çekerek “Sadaka kimi zaman zekât sözcüğü yerine onun eş anlamlısı olarak kullanılmışsa da, sadaka kavramı daha geniş kapsamlıdır” diyor. Zekat dini bir farz, fitre dini bir vecibeyken, sadakanın ise hiçbir zorunluluğu olmayan, gönüllü bir yardımlaşma olduğunu söylüyor.
Her türlü yardımlaşmada dikkatli olunması, bu desteğin zarafet içinde yapılması da bu kültürün en önemli özelliklerinden biri. “Sağ elin verdiğini, sol el duymamalıdır” hadisi, bu hassasiyetin en güzel anlatıldığı ifadelerden biri olsa gerek.
Bu uzun girizgâhtan sonra, izninizle ana konumuza doğru yaklaşıp, sadaka taşlarının ne olduğunu anlatmaya başlayalım: İhtiyaç sahiplerine maddi yardımların gizlice yapılmasını sağlayan, toplumsal dayanışmanın ve insan onurunun korunmasına odaklanan zarif bir sistem olarak işlev görmüş sadaka taşlarıyla, bir yandan da dilenciliğin önlenmesi amacı güdülmüştür.
Şinasi Acar’a bırakalım sözü:
“Halkın kolayca ulaşabileceği camilerin, çeşmelerin, köprülerin, kimi türbe, tekke, hazire, dergâh, han, hastane ve bakımevlerinin, kimi zaman da sık geçilen sokakların bir köşesine küçük taş sütunlar dikilir. Bunların üst yüzleri üzerinde küçük bir çukur (hazne) bulunur. İsteyenler sadakasını buraya bırakır; ihtiyacı olup da sadaka isteyemeyen kişiler ihtiyacı kadar parayı buradan alarak sıkıntısını giderir. Parayı bırakan da, parayı alan da kimsenin görmemesi için çoğu kez gece karanlığını tercih ederler.”
Kökeni, Selçuklu Hanedanı dönemine dayanan, Osmanlı döneminde daha da yaygınlaşan kültürümüzde “sadaka taşı” adıyla bilinen bu yardımlaşma sisteminde bu taşlar bulundukları yere vatandaşlar tarafından yerleştirilmiştir. Sadece zenginlerin yoksullara yardım ettiği bir sistem olarak değil, zaman zaman aynı sosyal statüdeki kişilerin arasında da işlerdi.
Sadaka taşları, genellikle silindirik kısa sütunlar şeklinde, tek parça granit veya mermerden yapılır ve görüntü olarak sade olmalarına dikkat edilirdi. Üst yüzeylerindeki küçük çukurlar madeni paralar için tasarlanmıştı. 80 cm ile 140-150 cm arasında değişen yüksekliklerde olan sadaka taşlarının üzerinde yapım, yerleştirme tarihi olmamasına dikkat edilir; sıklıkla yörede bulunan antik sütun parçalarından faydalanılırdı. Böylece sadaka taşının yeni mi eski mi olduğu ayırdedilemez, bu anlamda da eşitlik gözetilmiş olurdu.
Şinasi Acar, makalesinde sadaka taşlarına dair şu bilgilerle aydınlatıyor bizleri:
“Üst yüzeylerinde tam ortada çoklukla 4-9 cm çapında ve genellikle bu ya da buna yakın derinlikte çanağa benzer bir çukur yer alır. Bu küçük haznede madenî paralar toplanır. Bilindiği gibi eskilerde yalnızca madenî para vardır. Osmanlı’da yüzyıllar boyunca (1329’dan 1834’e değin) halkın en önemli satın alma aracı gümüş “akçe”lerdir (İlk Osmanlı kâğıt parası “kaime” Sultan Abdülmecid zamanında 1840’ta çıkarılmıştır). Ancak kimilerinde hazne bulunmaz. Günümüze ulaşabilmiş kimi örneklerde de bu çukurun harçla doldurulmuş olduğu görülür. Kare, dikdörtgen ve altıgen kesitli sadaka taşlarına da rastlanmaktadır.”
Geçmişten günümüze gelen anlatılarda, bu sadaka taşlarının sessiz bir mutabakat içinde kullanıldığını biliyoruz. İnsanlar zaman zaman sadece içlerinden geldiği için e kime gideceğine dair hiçbir fikirleri olmadan sadaka taşlarına maddi yardım bırakabilirken, bazen de bu sistem farklı işliyordu: Örneğin bir sohbet esnasında birinin -bir dost, bir komşu- ihtiyacı olduğunu sezen biri, satır aralarında yapacağı harekete dair işaretler verip, hemen o gece sadaka taşına yardımını bırakırdı. Bunu sezen ihtiyaç sahibi, aynı gece sadaka taşından yardımı alır, ihtiyacını giderirdi. Açıktan alınan bir borç olmadığı için, yardımı yapan kişiye iadesi mümkün olmazdı bu yardımın. Rivayet odur ki sadaka taşları üzerinden destek alan insanlar, durumları düzeldiğinde bu geleneği sürdürerek bir başka ihtiyaç sahibine yardım etme yoluyla öderdi borçlarını. Bu da toplumsal dayanışmanın bir zincir gibi uzamasına, elden ele, gönülden gönüle büyümesini sağlardı.
Bugün başta İstanbul olmak üzere pek çok tarihi kentimizde eski sadaka taşlarından örnekleri görmek mümkün. Günümüz şartlarında sadaka taşları kullanılmıyor olsa da varlıkları bize bu büyük yardımlaşma geleneğini hatırlatmak için güzel birer vesile. Söylemeye de gerek yok aslında. Zira, toplum olarak halen en büyük özelliklerimizden biri yardımlaşma ve dayanışma.
Görseli büyütmek için üstüne tıklayınız.