Mevye yemeyi sever misiniz? “Kim sevmez ki” dediğinizi duyar gibiyiz. Aslında toplum olarak meyvelerle ilişkimiz çok eskilere dayanıyor. Bizim kültürümüzde meyve hep sevilmiş ve toplumun her kesimince afiyetle tüketile gelmiştir.
Priscilla Mary Işın imzalı, Kitap Yayınevi tarafından yayımlanmış “Osmanlı Mutfak İmparatorluğu” adlı kitapta meyvenin hayatımızdaki yerine dair aktarılan bilgiler bu anlamda ilgimizi çekti ve sizlerle paylaşmak istedik.
Meyve yemenin böylesi sevilmesi, Osmanlı döneminde meyveciliğin gelişmesinin ve çeşit zenginliğinin en önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor yazar tarafından. 16. yüzyılda 19. yüzyıl başı arasında Türkiye’yi ziyaret eden Avrupalıların, burada insanların yedikleri meyve miktarına şaşırdıklarını ifade eden Priscilla Mary örnek olarak 16. yüzyıl ortasında Hans Dernschwam tarafından yazılmış şu satırları gösteriyor: “Türkler çok meyve yiyorlar. En çok sevdikleri şeylerden biri her çeşit meyve. Hatta meyve ham iken dahi yemeye başlıyorlar.”
Meyveye dair aktarılan ilginç bilgilerden biri de bu dönemlerde Bizans ve Osmanlı tıbbında bol meyve yemekte sorun görülmezken, Avrupa’da fazla miktarda meyve yenmesinin sağlık için zararlı olduğuna inanılması. Avrupalılar tarafından çok meyve yemenin hazımsızlığa, ateşli hastalıklara, bağırsak bozukluklarına, hatta çiçek ve vebaya yol açtığı bile iddia ediliyor.
İşin ilginci ise, en çok da Avrupalı tıp insanlarının bu görüşleri savunuyor olması.
Bakın “Osmanlı Mutfak İmparatorluğu” adlı kitapta bu duruma dair hangi bilgiler aktarılıyor:
“Hekimler, bu inancın en ateşli savunucularıydı. 19. yüzyılın başında savaş esiri olarak İstanbul’da bulunan Fransız hekim Pouqueville, insanların yaz aylarında en çok kavun, karpuz gibi sulu meyvelerle beslendiklerinden buluşacak hastalıklardan konacak güçleri olmadığını söylemişti. Fransa’nın Mısır’ı işgali sırasında Osmanlı ordusu ile yolculuk eden İngiliz hekim Witmann, insanların aşırı miktarda karpuz yedikleri halde hastalanmamalarına şaşırmıştır. Ekşi meyveler daha da sakıncalı sayılıyordu. 1853’te İngiliz aristokrat George Howard Abdülmecid’in hekimi İsmail Paşa’yı ziyaret ettiğinde paşa ‘ham meyveler’ ikram ettiğinden onu tıbbi kaideleri çiğnemekle suçlamıştır.”
Oysa aynı dönemde Osmanlı topraklarında mevsim meyveleri bol bol tüketilirken, bir sonraki mevsimde de tüketebilmek adına meyve saklama yöntemleri geliştiriliyordu. Diğer yandan sosyal yaşamın içinde de önemli yeri vardı meyvelerin. Meyveler doğum, evlenme gibi özel günlerde ikram veya hediye edilirdi. Sarayda doğumdan altı gün sonra beşik merasimi yapıldığı zaman misafirlere taze meyveler, çiçek demetleri ve şekerlemeler ikram edilirdi. Gelin alayında da meyveler taşınırdı.
Yine kitaptan bir alıntı ve aktardığı ilginç bir bilgiyle tamamlayalım bu haftaki blog yazımızı:
“Osmanlı arşivinde Alman imparatoriçesine hediye edilen bir sandık kavun, Ahmet Cevdet Paşa’ya yollanan karpuz ve Konya’da yetişen şekerpare armudunun saraya takdimi gibi armağan olarak verilen meyvelerle ilgili çeşitli belgeler bulunuyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, Ohri’nin nefis kokulu elmalarının kutular içinde ‘her diyara’ yollanması, pamuklara sarılmış Ankara armudu, Malatya elması gibi meyvelerin kutular içinde padişaha ve ileri gelenlere hediye olarak gönderilmesi gibi birçok bilgi verir. 1898’de II. Abdülhamid döneminde Türkiye’yi ziyaret eden İmparator Willhelm, akça armudunu çok beğendiğinden, kendisine hediye olarak sandıklar dolusu akça armudu gönderilmişti.
Malatya’nın üzerine beyitler yazılmış elmaları ülkenin her yerinde makbul sayılan bir armağan olarak padişaha ve başka vilayetlerdeki ayan kibarlara yollanırdı. Kırmızı, sarı ve yeşil renkli bu küçük lezzetli elmaların üzerlerine kağıttan kesilen beyitler daha ağaçtayken balmumu ile yapıştırılır; meyveler olgunlaştıklarında kabuklarında bu beyitler okunurdu.”
Gördüğünüz gibi, meyve sevgimizin tarihi oldukça eski. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu sevgi, bugün de tüm canlılığıyla sürüyor. Yazımıza “Mevye yemeyi sever misiniz?” diye başlamış, “Kim sevmez ki dediğinizi duyar gibiyiz” diye devam etmiştik… Tahmin ediyoruz, yazımızı okuyup da bu satıra kadar gelmiş takipçilerimiz, yazı biter bitmez kalkacak ve mutfağın yolunu tutacaktır…
İşte böyle sevgili dostlar…
Mutfağımızın, yemek kültürümüzün bir tarihi var ve her daim feyz aldığımız bu tarih, lezzetleri kadar ilginç bilgileri de ihtiva ediyor.
Bir sonraki blog yazımızda buluşmak üzere, sıhhat ve afiyetle kalın.