Dedesi Mancacı Cemal’in yanında büyüyen Adile Sultan, her fırsatta sokağa çıkan, arkadaşlarıyla oynamayı seven bir çocuktu. Özellikle yaz aylarında sabah çıkar, bazen hava kararmadan az önce dönerlerdi eve.
Koşturmadan yorulan, susayan çocuklar çeşmenin başına üşüşür, avuçlarına doldurdukları buz gibi suyu içerek atarlardı hararetlerini. Haftada bir ise ne kadar susamış olsa bile hiçbir çocuk çeşmeye meyletmez, gözleri yolda gazozcuyu beklerlerdi.
Önce bir ses duyulurdu:
- 32 dişe trampet çaldırıyor… Gazoooz… Gazozcuuu…
Sesin peşi sıra sokağın başından gazozcunun seyyar arabası görünürdü. Ondan sonrası tam bir festival havası. Çocuklar gazozcunun çevresini sarar, sabah harçlık kopartabilmiş olanlar gazozlarını alır, parası olmayanlar ise belki arkadaşları bir “fırt” verir diye yanlarına sokulurdu.
Bu sahne, Adile Sultan’ın, çocukluğuna dair aklına kazınmış bir sahneydi… O kadar ki yıllar sonra yazar Ülkü Tamer’in çocukluğunun geçtiği Gaziantep’in sinemalarını anlattığı yazısına denk gelince çok heyecanlanmış, yazıyı oğlu Neşet’e okurken, aralarda “Evet, işte tam da böyleydi bizim mahallede de” diye tekrarlayıp durmuştu. Yazı biter bitmez de defterinin başına geçmiş ve Ülkü Tamer’in satırlarını, kendi defterine yazmıştı:
“Gazozcuların başları kalabalık olurdu çoğu kere. Bir alıcı, yedi sekiz seyirci. Tekerlekli arabaların üstündeki buz kalıplarına yerleştirilmiş şişelerden birini kaldırırdı gazozcu, iyice sallar, sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ Alıcı, şişeyi süzerdi bir süre. Kapak açılınca gazozun taşıp taşmayacağını kestirmeye çalışırdı. ‘Caşar.’ Gazozcu da aynı görüşteyse, şişeyi bir daha sallar, yine sorardı: ‘Caşar mı, caşmaz mı?’ ‘Caşmaz.’ Gazozcu, öyle düşünmüyorsa, kapağı açardı. Gazoz taşarsa, alıcı beleşten içerdi gazozu. Taşmazsa parasını tıkır tıkır öderdi.”
Peşi sıra neler olduğunu şimdilik bir yana bırakıp, yine o günlere dönelim…
1938’in yazında, yine sıcak bir günde mahalleye gazozcu geldi. Oyunu bırakan çocuklar, gazozcunun çevresini sardı. Birileri gazoz alıp, içiyor; Adile Sultan’ın da aralarında olduğu bir grup çocuk ise içlerini geçirerek gazozu içen arkadaşlarını seyrediyordu.
Çarşıdan dönen Mancacı Cemal, bu sahneyi görünce duraksadı. Belli ki Adile Sultan’ın bu mahzun haline içerlemişti. Durdu, cepkenini yokladı. Birkaç tane 25 kuruş, üç beş de 1 kuruş vardı… Gazozcunun yanına gitti, bütün parasıyla gazoz alamayan tüm çocuklar için gazoz aldı. Adile Sultan da dahil, gazozunu alan çocuklar mutlulukla uzaklaştı seyyar satıcının yanından.
Mancacı Cemal ve gazozcu yalnız kaldı. Mancacı, önce seyyar arabayı inceledi sakin sakin… Sonra satıcıyla sohbete başladı. Gazozu nereden buluyor, kendileri mi yapıyordu? Nelere ihtiyaç vardı gazoz yapmak için…
Güzel satış yapan gazozcu, keyfi yerinde, bardağa bir gazoz bastı ve Mancacı Cemal’e ikram etti. Önce bu teklifi geri çevirse de, merakına yenik düşen Mancacı, ikramı kabul etti ve gazozcuyu dinlemeye başladı.
Sirkeci’de A. Faik adlı bir işletme 1933 yılından bu yana gazoz imal etmek için gerekli aletleri satıyordu. Gazozcu, cepkeninden bir kağıt çıkardı. Defalarca katlanmış kağıdı açtığında, A. Faik adlı işletmenin gazetenin birine verdiği ilan belirdi. İlanda ““Gazozculuktan iyi ve kârlı sanat yoktur” deniyordu. Mancacı Cemal, ilanın köşesindeki adresi okudu itinayla. Aklına yazdı: “Sirkeci Liman Hanı.”
Ertesi sabah ilk iş, Sirkeci’ye gitti. İşletmenin kapısını çalıp, selam verip içeri girdi. Hazır kataloglar vardı. Masadaki görevli, Mancacı’ya bir katalog verip, fiyatlardan bahsetti. Mancacı’nın gücünü aşan, yüksek fiyatlardaydı aletler…
Yol boyu düşündü durdu. Kenara koyduğu birikimini bu işe yatırsa mıydı, yatırmasa mı?
Aylar geçti, karar veremedi.
Gün geçtikçe yeni gazoz markaları türüyor, Mancacı Cemal her yeni markayı gördüğünde iç çekiyordu… Bu gazoz işi, aklında kalmıştı.
Yıllar yılları kovaladı…
Ölümünden bir sene önce, Adile Sultan’ın üniversiteyi bitirmek üzere olduğu 1950’de dede torun sohbet ediyordu… Aile tarihlerinden, beraber aştıkları zorluklardan konuşurken Mancacı Cemal bir anda sustu. İç çekti. Derin bir nefes alıp şöyle dedi:
“Alnımın akı, bileğimin gücüyle girdiğim her işi başardım da aklımda bir şey kaldı…”
Merakla dedesine baktı Adile Sultan. Zira dedesinden hiç böyle bir hayıflanma duymamıştı o güne kadar.
Devam etti Mancacı:
“Yapmadığım yemek, bilmediğim tarif yok da şu gazoz işini çözemedim bir türlü.”
Bir şey söyleyecekmiş gibi oldu, vazgeçti. Bir daha denedi, sustu.
Vaziyeti anlayan Adile Sultan, “Bir şey mi söyleyeceksiniz dedeciğim” diye sorup, usulca elini tuttu.
Eline değen torun elinden mi cesaret aldı bilinmez, Mancacı Cemal dile geldi:
“Biliyorum, yemeklerle ilgili hayallerin var. Bu da benim hayalimdi. Ben yapamadım, sen yap. Günün birinde, bir gazoz markası yarat.”
O gece, yatmadan önce defterini açtı Adile Sultan. Yaşadıkları sohbeti yazıp, altına da bir not düştü. “İnşallah dedeciğim, bu sözümü tutar ve bir gazoz markası yaratırım; ama şimdi uyuyam lazım.”
Bu not, not olarak kaldı. Bir yıl sonra Mancacı Cemal hayatını kaybetti ve Adile Sultan da gazoz sözünü erteleye erteleye unuttu gitti.
Ta ki günün birinde Ülkü Tamer’in çocukluğunun geçtiği Gaziantep’in sinemalarını anlattığı yazısına denk gelinceye kadar… Aktarmıştık; yazıdan etkilenen Adile Sultan önce bu yazıyı oğlu Neşet’le paylaştı, sonra defterine kopyaladı. O an, aklına verdiği eski söz geldi. Eski defterleri bulup, sayfalar arasında hızlıca dolaşmaya başladı. Çok geçmeden, dedesine verdiği sözün olduğu sayfaya ulaştı. Gözleri doldu.
Annesinin halinden kuşkulanan Neşet ne olduğunu sorduğunda, Adile Sultan önce sayfada yazılanları aktarıp, sonrasında mahcubiyetini paylaştı oğluyla. İşe bakın ki o da bu hayali gerçekleştirememişti.
Aradan uzun uzun yıllar geçti. Kimileri göç etti, kimileri dünyaya geldi.
Bir aile geleneği olarak Adile Sultan’ın defterleri hep hayatlarının içinde oldu. Derken bir İstanbul akşamında, Adile Sultan’ın defterleri arasında başlayan o geceki yolculuk; aile büyüklerinin aranması ve hikayenin detaylarının öğrenilmesiyle farklı bir boyut kazandı.
Bir süre önce benzer duygular içinde Adile Sultan Ev Yemekleri’ni hayata geçiren gencin gözlerinde yine bir ışıltı belirdi ve kalemi eline alarak ilk defa babaannesinin defterine bir şeyler yazdı:
“Huzurla uyuyun. Hayaliniz, hayalim; sözünüz, sözümdür.”
Telefonu tekrar eline aldı ve hikayenin başından bu yana yanında olan tasarımcı arkadaşını aradı:
- Oğuzcum, bir etiket tasarımı yapmanı istiyorum.
Bu sefer markamızın adı “Adile Sultan Gazozu”.